Kitap Ara >>>

12 Ağustos 2016 Cuma

Ozan Boran Sabatay Sevi - PDF Kitap

Ozan Boran Sabatay Sevi - PDF Kitap

Sabatay Zvi’nin tüm haramları helal kılan laik-mistik ‘ibahi’ anlayışıyla ….
Öncelikle söyleyelim ki, “Yahudi” isimlendirmesi, doğru ve manipülatif olmayan bir isimlendirmedir.
Çünkü, Yahudiler’in kendileri için benimsedikleri isim budur. Yahudiler’in kendileri için benimsediği ismin
‘olumsuz’ olduğu önkabulünden yola çıkarak, ısrarla ‘Yahudi’ yerine ‘Musevi’ ismini ikame etmeye
çalışmak, bir kamuflaj değilse, ‘tanıyıcı’ değil ‘tanımlayıcı’ bir mantığın ürünüdür; manipülasyonun
‘olumlu’ gerekçelerle yapılması, onun manipülasyon olduğu gerçeğini değiştirmez.
Musevilik, belki İsrailoğulları’nın Yahudileşme’den, yani ‘gelenek’ oluşmadan önceki otantik dönemlerine
verilebilecek bir isimdir. Gelenek kavramı Yahudiliğin, son 400 yıl hariç tüm Yahudi tarihine damgasını
vuran ‘merkezi kavram’dır.
Yahudilik bir dini kimlik midir, etnik kimlik midir? Yalnızca “dini kimliktir” dersek, Yahudi bir anadan
doğmayanın neden Yahudi olmadığını, Yahudilik’te neden İslam’da olduğu gibi bir ‘davet’ ya da
Hıristiyanlık’ta olduğu gibi bir ‘misyoner’ kurumu olmadığını açıklayamayız. Onun içindir ki, Yahudilik,
‘misyoner’ boşluğunu ‘Masonluk’ gibi, Yahudiliğe değil, “Yahudiliğe hizmete” davet eden taşeron örgütler
aracılığıyla doldurmaya çalışmıştır. Esasen, genel kurala göre Yahudi bir anadan doğmayan Yahudi
olamaz. Yahudiliğin, genel etnik anlayışın aksine ‘anne merkezli’ olması hayli anlamlıdır.
Hiç kuşku yok ki, Yahudi tarihi konusunda eser veren hemen tüm uzmanların da kabul ettiği gibi, Hz.
Musa’nın Mısır’dan çıkışında ardına takılan mü’min topluluğun içinde İsrailoğulları soyuna mensup
olmayanların sayısı hayli yekun tutmaktaydı. Kur’an’ın aktardığı Mısırlı sihirbazların iman etme
olayından da, bu sonuç çıkmaktadır.
Bu tarihi gerçeklerden, Hz. Musa’yı ve mü’minlerini ‘Yahudi’ diye isimlendirmenin doğru olmadığı
anlaşıldığı gibi, Hz. Musa’nın mesajını salt dini olmaktan çıkarıp etnik kimliğe dönüştürme sürecini
‘İsrailoğulları’nın Yahudileşme süreci’ olarak algılamanın doğru olduğu da anlaşılmış olur. Yahudiliği,
etno-teolojik bir kimliğe dönüştüren, Yahudi fıkhının/hukukunun kaynağı ‘Talmud’ merkezli bir gelenektir.
Peki, bu durumda Habeşistan’ın zenci Yahudileri Falaşaları, Yahudi olan Karaim Türkleri’ni nasıl
açıklayacağız? Bunlar ‘baba’ yoluyla ‘Talmudcu geleneğe’ rağmen, hatta onu reddederek Yahudileşen
kavimlerdir. Falaşalar’ın Talmud’u bilmemeleri, Karaimler’in 8. yüzyılda, Talmud’u inkar eden bir
yaklaşımla Yahudiliği benimsemiş olmaları, açıklayıcı bir gerekçedir.
Hz. Peygamber dönemi Medine’sindeki Yahudileşen Arap kökenliler, bu sorunu daha bir anlaşılır
kılmaktadır. ‘Miklat’ adı verilen çocuksuz kadınlar, çocukları olursa bir ‘adak’ olarak Yahudiler’e
vereceğine dair söz verirlerdi. Birçok Arap çocuğu bu yöntemle Yahudileşmişti. Nadiroğulları Yahudileri
sürgünle cezalandırılınca, onlarla beraber bu şekilde Yahudileşmiş birçok Arap çocuğu da gitti. Bu
çocukların Müslüman olan ebeveynleri Rasulullah’a başvurup çocuklarını geri alma taleplerini
ilettiklerinde, Hz. Peygamber, seçimin sözkonusu çocukların özgür iradelerine bırakılması gerektiğini
söylemekle yetinecektir.
Başa dönecek olursak şu tesbiti yapmak tarihi verilere uygun düşecektir: Yahudilik, Hz. Musa’ya ve
ondan sonra gelen İsrailoğulları peygamberlerine gelen ilahi mesajı deformasyona uğratan, İslam’ın
aslından uzaklaşmış bir formudur ve bu şekliyle bir ‘gulat-ı İslam’dır’. Olay, Kur’an’ın bakışaçısıyla,
Müslüman İsrailoğulları’nın Yahudileşmesi olayıdır.
‘Yahudileşme’, hiç kuşkusuz bir sapma açısıdır. Ne ki bu ‘sapma’ kendini Yahudi kabul edenlerin
sorunudur. İslam’ın heretik bir versiyonu olan Yahudiliği, üzerine oturduğu gelenekten saptırarak,
sapmayı katmerli hale getiren şeyse; Kabbalacı ekolün Zoharcı yorumuyla, hem ‘devrimci’ hem
‘makyavelist’ bir nitelik kazanarak ‘kötülüğü içselleştirici’ ve ‘değer yıkıcılığı kutsayıcı’ bir misyona
büründürülmesidir. İsrail devletinin üzerinde yükseldiği Siyonizm’i ya da bugün bu ülkede ‘değer
yıkıcılığın sembolü’ haline gelmiş Sabataycılığı, 3000 yıllık Yahudi tarihinde bir dönüm noktası teşkil
eden bu ‘ikinci büyük sapmanın’ felsefesini bilmeden anlamak mümkün değildir.
İşte, modern çağın Yahudilik’le ilgili en çaplı ve güvenilir kaynağını çeyrek yüzyıllık bir çalışmayla ortaya
koyan Prof. Dr. Abdulvahhab el-Mesiri’nin şu itirafı bu gerçeğin bir göstergesidir: “Konu üzerinde 12 yıl
çalıştıktan sonra 1984 yılına geldiğimde, akademik kariyerimin ve ilim hayatımın en önemli
gerçeklerinden biriyle karşılaştım: Polonya tarihi bilinmeden modern Yahudi tarihi ne bilinebilir, ne de
yazılabilir.”
el-Mesiri’nin bu tesbitine, yine kendi yazdıklarından esinlenerek şunu ekleme cür’etinde bulunabilirim:
Zoharcı yorum ve İshak Luria bilinmeden de, ne Polonya tarihi, dolayısıyla ne de o felsefenin uzantıları
olan Sabataycılık ve Siyonizm bilinebilir.
Bunları bildiğinizde, Sabatay Zvi’nin tüm haramları helal kılan laik-mistik ‘ibahi’ anlayışıyla çağdaşı
Yahudi filozof Spinoza’nın laik-felsefi ‘naturalist panteizmi’, Siyonistler’le Hitler, Hepsi de Yahudi olan
Freud, Marx ve Durkheim’in psikolojik, siyasal ve sosyal teorilerinin arkasında yatan temel mantıkla
Kabbalacılık, Sabra ve Şatilla katliamlarıyla bir kısım eski Sabataistler’in “mum söndü geleneği”
arasındaki girift ve garip ilişkiyi keşfedeceksiniz.


Ozan Boran Sabatay Sevi - PDF Kitap Rating: 4.5 Diposkan Oleh: Admin

0 yorum:

Yorum Gönder