Kitap Ara >>>

28 Mayıs 2016 Cumartesi

Atsız Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferi

Huseyin Nihal Atsız Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferi

1944 – 1945’te bu memlekette bir dram oynandı. Resmî adı “Irkçılar Turancılar dâvâsı” olan bu oyun,
ürpertici, acıklı bölümleri yanındaki güldürücü, katıltıcı sahneleriyle tam bir asrî dramdı. Müellifi, nice böyle
eserlerin yazarı olan Đsmet Đnönü; rejisörü, müellifin her kelimesine sadık kalmak, hattâ kafasından
geçenleri anlamak ve aynen sahneye koymak için hiçbir fedakârlıktan çekinmiyen Halk Partisi idi.
Dramın yazılısında müellifin, süphesiz bir de ilham perisi vardı. Eser sahneye konurken sürflörlük dahi eden
bu ilham perisi dendiği zaman gözlerde kıvılcımlanan hayalin güzelliği ile bunun çirkinliği arasındaki
yakısıksızlığı bilmiyor değilim. Her seyi ezelde Tanrı yazdıysa “Đsmet Đnönü”ye “Moskof dostluğu”nu
yakıstırmıs… Yok, bir zehaba göre kendi kaderlerini insanlar çiziyorsa, onu Đsmet Đnönü kendi adı ile
birlesmistir. Hiçbiri değil de yalnız tesadüfse, on da verilecek cevap yok. Tesadüf büyük bir kanundur.
Kimini yok yere kahraman, kimini haksızca hain yapan merhametsiz bir kanun…
Yüzünden bin kat çirkin ve berbat mânâsı ile bu ilham perisine ilham zebanisi demek yarasırdı. Peri dedim.
Böyle müellif ve piyese baska türlü peri olamazdı.
Oysaki Türk devlet baskanları için suur ve gönül kaynağı olacak “kisi ve düsünce” mi yoktu?
Irktan mı arıyorsun? Tonyukuk, Alp Arslan, Çengiz Han, Fatih, Yavuz ve daha niceleri…
Dinden mi istiyorsun? Peygamberler…
Disiplin mi özlüyorsun? Hunlar, Prusyalılar…
Sahane mutlakiyet mi? Osmanlılar…
Demokrasi istiyorsan iste Đngiltere, iste Amerika…
Đmtiyazsız topluluksa Đsviçre; ihtirassız baskansa Washington…
Fakat müellif bunların hiçbirini anmadı. O seçe seçe Moskof’un Stalin’in dostluğunu seçti. Yani ölümü, yani
intiharı…
Kendisi bir koltuk kaybettim sanıyor. Koltuk değil, bir güler yüz kaybetti. Tarihin güler yüzünü hiçbir zaman
göremiyecek, ebedî hüküm ona iyi bir ad vermiyecek. Tarih, yakısmadıkları yere çıkanları bağıslamamıstır.
***
Her dramın bir bas kahramanı olur. Hepsi de birbirinden üstün olmak üzere üç kahramanı var: Hasan Âli
Yücel, Falih Rıfkı Atay, Nevzat Tandoğan… Hiçbir sövalye romanında esi olmıyan üç kahraman, üç
silâhsör…
Hasan Âli zekâ ve nüktesiyle, Falif Rıfkı kalemi ve polemiği ile Nevzat Tandoğan polis dayağı ve hapsiyle üç
korkunç, kahraman ki silahları atam, hidrojen ve kobalt bombalarından daha yıkıcı…
Ortaklasa bir tarafları da var : Üçünün de kökü Türk değil. Tabiî bunu mühim bir sey olduğu için değil,
hâtıra kabilinden arzediyorum. Gel de ırkçı olma!
Üç silâhsör, yıkıcı silâhlarını Türkçülüğe yöneltip ates açarak tozu dumana kattılar. Bir ara göz gözü
görmedi. Duman sıyrıldıktan sonra bir de baktılar ki silâhları geri tepmis ve kendilerinin yüzü gözü kapkara
olmustur. Meğer tabancalarındaki barut, barut değil, kömür tozu imis…
Piyesin perdecileri de vardı. Rejisörden ve müelliften aldıkları isarete göre perdeyi açıp kapayan, fakat
dramın heyecaniyle sasırarak kendilerini de sahnede, üç kahramanla birlikte göstermekten göre kalmıyan
muhterem ve muhtesem perdeciler…
Bas perdeci: Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Sabit Noyan ve yamakları : Durusma Yargıcı Birinci Sınıf
Askerî Hâkim Cevdet Erkut, Bir Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi Baskanı General Ziya Yazgan ve Savcı
Besinci Sınıf Askerî Yargıç Kâzım Alöç.
Ya alkısçılar? Devlet Radyosu ve basın… Basın yani dördüncü kuvvet… Halkın, hakkın, umumî fikrin aynası
olan basın: piyesi müellifi ve rejisörü çılgınca, coskunca alkıslıyordu.
Samimî düsünceleri ve vicdanî kanaatleri böyle olduğu için mi? Adam sen de… Samimiyet hayatın en
büyük tedbirsizliği, vicdan ise romantik bir kuruntudan ibarettir. Menfaatten ne haber?
Hani halk bellenen bir yola yalnız gidilecekti? Canım, yalnız dedikse o kadar da yalnız değil ya… Korku,
dağları bekler… Gideceğiz… Gideceğiz ama Millî Sefin buyruğu ile ve banknotlarla birlikte gideceğiz. O
halde yasasın cumhuriyet, inkılap, altı ok vesaire…
Dramın unsurları bununla bitmis olmuyor. Onun bir de zoraki figüranları var: Sanık Türkçüler… Onlar
kendilerine Türkçü diyor ama meğer yanlıs söylüyorlarmıs. Asıl Türkçü meğer Falih Rıfkı Atay değil
miymis? Meğerse bunlar fasist, gardist, vatan hainleri imis de kimsenin haberi yokmus… Bu gardistler
Almanlarla birleserek Millet Meclisini devireceklermis…
Hepsi iyi, hos ama su son fıkra bir açıklanmağa muhtaç : Demek 1944’te bir de Millet Meclisi varmıs….
Acayip!
Sözü uzatmayalım… Sonunda su oldu ki figüranlar kendilerine verilen rolleri yapmadılar. Delikte gizlenmis
olan süflörün iğrenç yüzünü görmüslerdi. Üç silâhsörün, kılıç tutmasını bilmedikleri için havaya
savurdukları ızgara sislerine, saksakçıların bütün yırtınmalarına rağmen figüranlar, süflörün söylediklerini
tekrarlamadılar.
Müellifin sekeri arttı, kahramanların ipliği pazara çıktı. Besili rejisöre inme indi. Perdeciler kaçacak delik
aradılar. Saksakçılar… Malûm…
Piyes yarıda kalmıs, paradi seyircileri ise hakikati anlamıstı.

İndir:
https://yadi.sk/i/I4GmL4T3s5Lsy

Atsız Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferi Rating: 4.5 Diposkan Oleh: Admin

0 yorum:

Yorum Gönder